GÜRSEL GÜRÇAY
Sektörde geride bıraktığım yaklaşık yirmi beş yıl, birçok tecrübeyi de beraberinde getirdi. Gemi inşa sektörüne profesyonel anlamda ilk adımımı 1995 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra attım. İlk yıllardan başlayarak çeşitli tersanelerde çalışma imkânım oldu. Ardından 2002 ila 2006 yılları arasında işin dizayn kısmında yer aldım. Ortaklarımla birlikte dizayn ve boru işleri yapıyor, ayrıca dizaynını yaptığımız gemilere boru modelleri hazırlayıp aynı zamanda işçilikleri de takip ediyorduk.
Lider Denizcilik için, A’dan Z’ye bütün dizaynını yaptığımız iki kimyasal tanker projesini hayata geçirmiştik o dönem. Son derece öğretici ve başarılı projelerdi. Ardından, 2006 yılında kişisel olarak boru imalatı alanına yöneldim ve Güray Mühendislik’i kurdum. O günden bu yana da aynı alanda çalışmalarımı sürdürüyorum. İş hayatında farklı pozisyonlarda geçirdiğim bütün bu yıllar boyunca enteresan anılar ve o anılara bağlı olarak da önemli deneyimler edindim. Bütün bu hikâyeler, genel anlamda Türkiye’deki iş hayatının yapısını, özelde de gemi inşa sektörünün görünümünü ortaya koyuyordu.
Ancak Türk insanının kişilere ve kurumlara bakış açısındaki özgünlük, iş hayatında en çok dikkatimi çeken konuların başında geldi her zaman. Yaşadıklarım da bu ilginin hakkını verir nitelikte oldu. Özellikle iş hayatına yönelik “bize” özgü yaklaşımlar ile global bağlantıları en güçlü sektörlerden biri olan gemi inşa sektörünün uluslararası koşullara uyumlanması arasındaki kimi çelişkiler dikkat çekiciydi.
İnsan ve kurum… Birbirine karşıt gibi görünen iki yapı.
Genel algıya baktığınızda Batı ülkeleri organizasyonun, kurumsallığın, uzmanlığın, arşivin, kayıtlı iş süreçlerinin odağı görünümünde.
Ülkemiz ise benzersiz pratik ve spontane çözümlerin, kişisel başarıların, her işe hâkim olabilmenin anavatanı gibi adeta.
Bu farklı yaklaşımların avantaj ve dezavantajları olduğu gibi farklı sonuçları da oluyor kuşkusuz.
Örneğin, yabancıların hayretle karşıladığı ama bizim Türkiye’de son derece alışık olduğumuz “her şeyi yapabilme” gücü… Yabancılar kuralları ve sınırları son derece net çizilmiş bir uzmanlaşma prensibiyle hareket ederken, bizler çok daha esnek bir çalışma sistemini yürütme becerisine sahibiz. Bunları yazarken, dizayn yaptığım dönem geliyor aklıma. Bir taraftan boru sistemlerinin modellemesini yaparken diğer taraftan sahada işciliği takip etmek hem ciddi bir tecrübe hem de esneklik kazandırıyor insana. Bu durum, birçok işin çözümü açısından yabancı müşterilerin şaşkınlıkla karşıladığı bir pratiği de beraberinde getiriyor. Sorun çözme konusunda Türk insanının taşıdığı avantajlar da buradan ileri geliyor belki de.
Ancak her avantaj, yanında bazı dezavantajları da taşıyor: Pratik çözümlere karşılık kriterlerde kırılganlık ve kişilere bağımlılık. Bu konuda yaşadığım birçok olay var. Ancak ondan önce tam tersi bir örnekten söz etmek istiyorum. Türkiye’de tersaneler zaman yönetimini genellikle iş akışı içinde, spontane bir anlayışla biçimlendirir. Ancak bu kendiliğindenliği aşabilmiş, ortaya koyduğu net kriterlerle firma olarak bizim de gelişimimizi sağlayan ve adını özellikle belirtmek istediğim tersane Uzmar’dır. Uzmar Tersanesi’nin kesinlikle vazgeçilmez kriterleri vardır her zaman. Gerek üretim süreci ve zamanlama gerekse kalite açısından beklentilerinin altındaki hiçbir işi kabul etmezler. Doğru malzemeyi, doğru zamanda ve doğru kalitede isterler. Belirttiğim gibi, onların bu tavrı bizi de ileri taşıyan bir yaklaşım olmuştur. Tabii ki edindiğimiz bu tecrübeyi hiçbir ayrım yapmadan, hizmet verdiğimiz tüm firmalar için aynı standartlarda uyguladığımızı belirtmeme gerek bile yok.
Ancak bu istisnayı bir kenara koyarsak planlı, programlı ve kayıt tutarak iş yapma konusu genellikle zayıf noktalarımızdan birini oluşturuyor. Bununla ilgili bir anım da yıllar öncesinden kalma. Bir tersanede çalışıyordum o sırada. Genel bir toplantı sırasında tersane patronu, işini yaptığımız bir gemiyle ilgili ‒isim vermeyeyim‒ bazı sorular sordu: Söz konusu gemi hangi tarihte geldi, hangi tarihte çıktı, hangi işler yapıldı, ne kadar para bıraktı vs. gibi sorular… Odada önce bir sessizlik oldu. Ardından tahmini yanıtlar birbirini izledi. Biri “Ramazan Bayramı’ndan bir hafta önce değil miydi?” diyerek, bir karşı soruyla atıldı. Bir diğeri “Yok, bahardı, karıştırıyorsun, Kurban Bayramı olması lazım,” diye karşı çıktı. Tahmin var ama yanıt yok… Eskilere doğum tarihini sorduğunuzda “hasat zamanı” gibi yanıtlar alırsınız ya, onun gibi bir durum. Düşünün, tersaneye bir gemi girmiş, üç ay durmuş, o kadar iş yapılmış, giriş çıkış tarihi ortada yok. Tabii patron yarı kızarak yarı gülerek “Böyle toplantı mı olur!” deyip çıkmıştı.
Her işin altından kalkabilen mühendislerin, çalışanların olması iyi güzel ama iş belli bir noktaya gelince, kişilere bağımlılık, kurumlar açısından yetersizlikleri de beraberinde getiriyor. Kurumların bellekleri kişilerin beyninde değil, tutulan kayıtlarda oluşuyor. Başta da belirttim, kişilerin yetenekleri bazı durumlarda avantaj da sağlıyor. Bununla ilgili bir anım da var hatta: Yabancı bir firmadan firmamıza bir heyet gelmişti denetim için, denizaltı projesiyle ilgili olarak. Bütün evraklarımızı gösterdik; işleri, çalışmalarımızı belgeleriyle anlattık, etkilemek için elimizden gelen her şeyi yaptık. Ama heyette sahadan sorumlu bir üretim müdürü var, adamın yüzü hiç gülmüyor. Herhalde memnun edemedik diye telaşa kapıldık. Toplantıdan sonra hep birlikte üretim alanına indik. Bahsettiğim üretim müdürü, ustalarımızdan biriyle bir konuşmaya başladı… Başlayış o başlayış. Konuşma dediğime bakmayın, aslında ikisi de tamamen işaretlerle, üretimin kendi diliyle konuşuyorlar. O, yüzü gülmeyen adam bir mutlu, görmeniz lazım. Ustamız, resmen ustalığıyla, dil bilmeden, konuşmadan adamı ikna etti.
Yani aslında işinin ehli olan, zeki insanlarımız var. Hem sahada hem yönetici olarak…
Ayrıca şunu da belirtmeden geçmeyeyim: Ben, bizim dizaynırlarımızın imalata dönük başarılarının yabancı mühendislerden çok daha üst seviyede olduğunu düşünüyorum. Şöyle söyleyeyim, biz bölgemizde en fazla imalat yapan firmalar arasında yer alıyoruz, birçok tersanenin bile geçmişten bu yana yaptığı imalatı geçmiş olabiliriz kendi alanımızda. Şu ana kadar 150 gemi için üretim yapmışız. Bu kadar proje içinde, Türk mühendisleri kadar başarılı mühendisler görmedim. Tersanelerimizde görev yapan 2-3 mühendis bir araya gelip tamamen hafızlarına dayanarak gemi inşa edebilirler mesela.
Ancak belirli bir noktadan sonra, sizi öne çıkaran, kişilerden çok kurumsal yapı ve standartlar oluyor kesinlikle. İş hayatı açısından birçok heyecan verici şey yaşadım. Onlar arasında benim için en gurur verici olanı Türk Loydu Yönetim Kurulu üyeliğimdir. Bu gururun altında yatan da aslında bilimsel standartlarla, kurumsal değerlerle hayta geçirdiğimiz bir projedir.
Kriz döneminde ortağı olduğum Pastem firması adına üç tane rüzgâr türbini yapmıştık. Projemiz hem Sabancı Üniversitesi’nden gelen hocalar tarafından denetleniyordu hem de TUBİTAK’tan destek alıyorduk. Türk Loydu Vakfı’nın başkanı Cem Bey (Melikoğlu) bunu tesadüfen öğrenmiş. Bir gün bir telefon geldi. Hiç tanımıyordum öncesinde kendisini. Görüşmek istediğini bildirdi. O dönem, yenilenebilir enerjiyle ilgili çok fazla çalışma vardı ve konuyla Türk Loydu da ilgileniyordu. Bu vesileyle Türk Loydu Yönetim Kurulu Üyeliği için aday oldum ve seçildim. Bu görevimle gurur duyarım her zaman. Gerek yurtiçinde gerekse uluslararası alanda çok önemli başarıların elde edildiği bir dönemde görev aldım. Bunun altında yatan temel mesele de, yüksek kabiliyetlere sahip kurumsal bir yapının, çok daha ileriyi hedefleyen bir inanç ve azimle yönetilmesidir. Milli ve gözbebeği kurumumuza bu katkıları sağlayan sayın Başkan’a ve tüm emeği geçenlere ne kadar teşekkür etsem azdır.
Peki üretimde standart ve oturmuş bir kurumsal yapı başka ne gibi avantaj sağlıyor firmalara? Onu da bizzat yaşadığım bir örnek üzerinden anlatayım: Şu anda yurtdışında en yoğun çalıştığımız firmayla ilgili bir anı bu. 2017 yılında Hollanda’daki Europort fuarına gitmiştik. Orada Skala Ajans’ın sahibi Meral Er vasıtasıyla Martin Bloem ile tanıştık. Kendisi denizcilik sektöründe firmaları bir araya getiren, iş ilişkileri kurulmasını sağlayan bir isim. Bizim standartlarımız ve o standartlar doğrultusunda kendimizi tanımlama biçimimiz, o an için fark etmediğim bir şekilde doğru bir izlenim vermiş Bloem’e. O karşılaşmamızda, birlikte çalışabileceğimizi düşündüğü bir firma önermişti bana. Biz bunun üzerine gerekli bağlantıları kurduk ama o dönem çalışma imkânımız olmadı. Aradan bir yıl geçtikten sonra öyle ya da böyle aynı firmayla yollarımız hiç farkında olmadan kesişti. Karşılıklı olarak, beraber çalışmayı isteyeceğimiz firmalar olduğumuza karar verdik. Ve şimdi bu firma yurtdışına en fazla iş yaptığımız firmalardan biri. Diyeceğim o ki, kişilere bağımlılıktan kurtulan kurumsal yapınız, zaman içinde tanımınız oluveriyor fark etmeseniz de.
Kısacası sizi bir adım öne taşıyan; temelleri sağlam atılmış kurumsal imajınız, kriterlere ve standartlara bağlılığınız, kişilerden bağımsız kurumsal yapınız oluyor çoğu zaman. Böylece tanımı belli, kuralları açık, tanınır ve bilinir bir kurumsal kimliğe ulaşıp, sektör bileşenleriyle çok daha net bir iletişim kurma imkânı buluyorsunuz.
Elbette insanımızın yeteneklerini de köreltmemek, bastırmamak gerekiyor bu standartlaşmanın içinde. O zengin insan kaynağımızı, suyun akışı içinde zaman zaman yüzeye çıkan bir cevher olmaktan evrensel temeller üzerinde yükselen bir değer hâline getirebilirsek, farkımızı gerçekten ortaya koyacağımız çok açık.