Mersin Deniz Ticaret Odası (MDTO), Mersin Büyükşehir Belediyesi, Mersin Üniversitesi (MEÜ) Su Ürünleri Fakültesi ve Slowfish Mersin Platformu iş birliğinde düzenlenen çalıştayda; ikim krizi, istilacı türler ve Akdeniz’de kirlilik konuları masaya yatırıldı.
“İklim Krizi, İstilacılar ve Kirlilik Kıskacında Akdeniz” çalıştayı, MDTO konferans salonunda gerçekleştirildi. Çalıştaya, MDTO Yönetimi ve akademisyenlerin yanı sıra Akdeniz Bölge Komutanlığı, Mersin Büyükşehir Belediyesi, Ekolog Derneği, Doğa Derneği, Kadınlar Konseyi Mersin Şubesi ve TMMOB temsilcileri katıldı.
Çalıştayın açış konuşmasını yapan MDTO Genel Sekreteri Kaptan Mesut Öztürk, iklim değişikliği, istilacı türler ve çevresel kirlilik konularının sadece çevre, jeofizik ve ekoloji bilimlerinin konusu olmaktan çıkarak bugün artık ekonomi, maliye ve sosyal politikaların da konusu haline geldiğini söyledi.
İklim değişikliğinin deniz taşımacılığının sürdürülebilirliği üzerinde de tehdit oluşturduğuna dikkat çeken Öztürk, denizcilik sektöründe Uluslararası Denizcilik Örgütü tarafından hayata geçirilen düşük emisyonlu yakıt uygulaması ve fosil yakıtlara alternatif olarak kullanılan yakıtlar ile Avrupa Birliği tarafından hayata geçirilen Sınırda Karbon Düzenleme uygulaması hakkında bilgi verdi.
AKDENİZ’DE BÜYÜK DEĞİŞİM
Çalıştaya konuşmacı olarak katılan MEÜ Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Ayas, 5-6 milyon yıl önce bugünkü halini alan ve 20 ülkeye kıyısı bulunan Akdeniz’in büyük bir değişim geçirdiğini anlattı. Süveyş Kanalının açılmasının yanı sıra deniz suyu sıcaklığı ile tuzluluğun artışının Akdeniz’de tropikalizasyon denilen büyük bir değişime yol açtığını belirten Ayas, bu değişikliklerin daha ılıman denizlerde yaşayan yabancı organizmaların Akdeniz’de ortaya çıkmasına ve yerleşmesine neden olduğunu, yerli balıklarla besin rekabetine giren yabancı türlerin kendi popülasyonlarını arttırarak Akdeniz’deki yerli türler üzerinde baskı oluşturduğunu söyledi. Ayas, Kızıldeniz’den Akdeniz’e birkaç türün değil, aslında bir besin zincirinin geçtiğini kaydetti.
Aşırı avlanmanın yol açtığı sorunlara da değinen Ayas, çok eski dönemlerden beri okyanus tabanında bulunan ve çok sayıda deniz canlısı için barınma sağlayan deniz çayırlarını örnek verdi. Bugün Akdeniz’de dip trolü faaliyetleri ile zarar gören deniz çayırlarının yerini toksik maddeler üreten tropikal alglerin aldığını kaydeden Ayas, balıkçılığın neden olduğu biyoçeşitliliği azaltan bu durumun yine balıkçılara yansıdığını ve avlayacak balık bulamadıklarını söyledi. Bugün Türkiye kıyılarındaki denizanası yoğunluğunun aynı sebepten kaynaklandığını söyleyen Ayas, “Planktonlar, gezegenin oksijeninin ve besin zincirinin oluşmasını sağlar. Planktonlarla beslenen balıkları aşırı tüketirseniz, hamsileri sardalyaları çok avlarsanız, denizde kalamarlarla karşılaşırsınız. Bunları da avlayarak ortamdan çekerseniz geriye denizanaları kalır. Bugün Doğu Akdeniz’in tamamında denizanası popülasyonunun artmasının ve kalıcılaşmasının temel sebebi budur” dedi.
“SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIMI, BALIKÇILIĞI VE GIDA ÜRETİMİNİ SAVUNAN HERKESİ EKİBİMİZE BEKLİYORUZ”
MDTO Genel Sekreter Yardımcısı ve Slow Fish Mersin Sözcüsü Ezgi Biçer Uçar ise Slow Food’un fast food yemek kültürüne tepki olarak ortaya çıktığını, Slow Fish’in de kendini, balıkların sofralara gelene kadarki değer zincirini yeniden keşfetmeye adamış uluslararası Slow Food girişimi olduğunu söyledi. Uçar, Slow Fish Mersin’in bölgede iyi, temiz ve adil deniz ürünleri konularında farkındalık oluşturmak, yerel deniz ürünlerini korumak, küçük ölçekli balıkçıları ekosistemin doğal koruyucuları haline getirmek, göz ardı edilmiş türlerin kullanımını teşvik etmek ve yeni tarifler keşfetmek amacıyla gönüllü bir girişim olarak 2021 yılı başında kurulduğu bilgisini verdi. Kurucuları arasında MDTO temsilcilerinin de bulunduğunu belirten Uçar, gönüllülük esasıyla çalışan bu ekibin içinde akademisyenler, aşçılar, balıkçılar, araştırmacılar ve aktivistler olduğunu ifade ederek, sürdürülebilir tarımı, balıkçılığı ve gıda üretimini savunan herkesi Slow Fish Mersin ekibine katılmaya çağırdı.
Pandemi nedeniyle tek kullanımlık ürün ve plastiklere maske ve eldivenin de eklenmesiyle doğanın maruz kaldığı atık ve kirliliğin arttığını, bu nedenle Slow Fish Mersin ekibi olarak geçen yıl, deniz ve kıyı şeridi ekosistemini korumak için kampanyalar düzenlemeye öncelik verdiklerini vurgulayan Uçar, bu yıl ise özellikle istilacı türlere odaklandıklarını belirtti. “Yeni Balıklar, Eski Tatlar” sloganı ile yeni türlerin tanıtımı ve tadımı etkinlikleri düzenleyen Slow Food Gökova ekibinin çalışmaları sonucunda Gökova’da bir sezonda tek bir restoranın 350 kilogram aslan balığı satmış olmasını örnek gösteren Uçar, Mersin’de ise henüz aslan balığının lezzeti ve besin değerinin bilinmemesi sebebiyle ağa takılması durumunda balıkçılar tarafından denize geri bırakıldığını söyledi. Uçar, aslan balığının tanıtımına ilişkin dalış ve tadım etkinlikleri düzenleyeceklerini belirterek, aslan balığının dikenlerinin zehirli olması sebebiyle bu konuda da bilgilendirme amaçlı afişler hazırladıklarını anlattı.
“BALON BALIKLARI BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR”
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Rıza Köşker de Akdeniz’e geçiş yapan zehirli istilacı türler hakkında bilgi verdi. Okyanus kıyılarında yaşayanların uzun süredir aşina oldukları toksik türlerle son 15-20 yılda tanıştığımızı söyleyen Türker, Türkiye kıyılarında en yoğun olarak karşılaşılan zehirli türlerin balon ve aslan balıkları ile uzun dikenli deniz kestanesi olduğunu ifade etti. Aslan balıklarının 18 dikeninin zehirli olduğunu bildiren Türker, aslan balığının etinin zehirli olmadığını, yaralanmalarda sıcak uygulama gerektiğini anlattı. Balon balıklarınınsa dünyada bilinen en güçlü zehir olan tetratoksin içerdiğini, bu zehrin morfin ve siyanürden katbekat daha kuvvetli olduğunu ve panzehiri bulunmadığını vurgulayan Türker, “Burada bilmemiz gereken en önemli şey, bu zehrin ısıya karşı dirençli olduğudur. Bu balığı pişirseniz dahi öldürücü etkisi devam eder” diye konuştu.
Türkiye’de balon balığı kaynaklı ölümler olduğuna dikkat çeken Köşker, balon balıklarının bir halk sağlığı sorunu olduğunu, bu balıkla lokal yöntemlerle baş edilemeyeceğini, tüm balon balığı türlerinin avlanması, karaya çıkarılması ve satışının yasaklanması gerektiğini kaydetti.
İKLİM KRİZİ VE DOĞAL AFETLER KISKACINDA AKDENİZ
Çevre Mühendisleri Odası Mersin Şubesi Başkanı Sinan Can, atmosferde artan sera etkisinin ortaya çıkardığı sonuç ve tahribatları istatistiki verilerle anlattı. Can, Sanayi Devriminden önce 280 ppm olarak ölçülen sera gazlarının yıllar içinde ciddi şekilde arttığını ve 2021 yılında 418 ppm olarak kaydedildiği belirtti. Türkiye’nin sera gazı emisyon istatistiklerini paylaşan Can, toplam sera gazı emisyonunun 2020 yılında 523,9 milyon ton karbondioksit (CO2) eşdeğeri olarak; kişi başı toplam sera gazı emisyonunun ise yine 2020 yılında 6,3 ton CO2 eşdeğeri olarak hesaplandığını bildirdi. Can, Doğu Akdeniz kentlerinde sera gazı emisyonlarının Antalya 10 milyon 683 Bin 551; Hatay 17 milyon 636 bin 853 ve Mersin 15 milyon 295 bin 8 olmak üzere yıllık toplam 43 milyon 615 bin 412 ton CO2 eşdeğeri olarak kaydedildiğini söyledi.
Artan sera etkisine bağlı olarak aşırı iklim olaylarının ve afetlerin de arttığını vurgulayan Can, bilim insanlarının projeksiyonlarına göre Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklık artışının; 2016-2040 döneminde 1-2°C arasında; 2041–2070 döneminde 1,5- 4°C arasında ve 2071-2099 döneminde 1,5- 5°C arasında olacağının öngörüldüğünü bildirdi.
“DÜNYA BİN PLASTİK ÇORBASI”
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu ise geçmişten günümüze insanın doğaya verdiği zararları çarpıcı örneklerle açıklayarak, plastik kullanımının zararlarına dikkat çekti. Dördü yaygın olarak bilinse de bunları türevleriyle birlikte binden fazla plastik çeşidi olduğuna işaret eden Gündoğdu, plastiklerin 99’unun petrolden üretildiğini söyledi. Bir plastik malzeme, örneğin bir pet şişe üretebilmek için kullanılan plastiğin üçte biri kadar fosil yakıt kullanıldığını anlatan Gündoğdu, dünyada üretilen plastiğin sadece yüzde 2’sinin layığıyla bertaraf edilebildiğini belirtti.
Plastik üretilirken içerisine birçok kimyasal enjekte edildiğini açıklayan Gündoğdu, bu kimyasalların bir kısmının insan ve çevre sağlığı için öldürücü etkiye sahip olduğunu ifade etti. Dünyayı bir plastik çorbası olarak tanımlayan Gündoğdu, bugüne kadar üretilen toplam plastik miktarının yaklaşık 8,3 milyar ton olduğunu ve bunun sadece yüzde 9’unun geri dönüştürülebildiğin, geri kalan kısmın ya yakılmış ya gömülmüş ya da kontrolsüzce bir alana terk edilmiş durumda olduğunu vurguladı. Gündoğdu, bu miktarda plastiğin tüm dünya denizlerinde birikmesinin mümkün olduğunu, çünkü yıllık 10 ila 20 milyon ton arasında plastik çöpün denizlere aktığını kaydetti.
Yılda 450 milyon ton plastik üretildiğini belirten Gündoğdu, bunun büyük kısmını Çin’in ürettiği ve hiçbir petrol kaynağı olmamasına rağmen Türkiye’nin Avrupa’da en çok plastik üreten 2’nci ülke olduğu bilgisini verdi.