AV.NAZLI SELEK
Hukuk Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi olduğum yıllar… Yarı zamanlı olarak çalışmaya başlamışım; sabahları işe, öğleden sonralarıysa okula gidiyorum… “P&I Kulüp” temsilciliği yapan bir firmanın hukuk departmanında çalışıyorum ve öğrenmeye çok hevesliyim. O zamanlarda gemiye çıkmak çok önemli. Keşke ben de çıksam diye heves ettiğim zamanlar.
Bir akşamüzeri, yabancı bir geminin P&I kulübünden bir bildirim geldi. Bir gemici, kamarasındaki yatağında vefat etmiş şekilde bulunmuş. Gemiden indirilmesi ve ülkesine, sevdiklerine gönderilmesi için gerekli işlemlerin yapılması gerekiyor. Böyle durumlarda gemiye Sağlık Müdürlüğü görevlisi bir doktorun çıkması gerekiyor. Tabii gemide yapılacak işlemleri de kaptana ve mürettebata anlatmak, onlara yardımcı ve destek olmak da P&I kulüp temsilcisinin görevi. Benden yaşça büyük ve kıdemli avukat gemiye çıkacakken, gittiği duruşmadan dönmesi gecikince, doktora nezaret etmek için gemiye benim çıkmam gerektiğine karar verildi. Bende bir heyecan, bir heyecan…
Hemen yola çıktım. Doktor Karaköy’de… Acente botu ayarlanmış, alargadaki gemiye çıkmamız için bizi bekliyor. Büyük bir heyecanla Karaköy’e gittim ve doktorla acenteyi buldum. Doktor beni görünce “Sen bizimle gelemezsin” dedi. Dehşetle “Neden?” diye sordum. “Sen küçüksün, senin annen baban vardır şimdi, gemiye çıkarken düşersin, şaşarsın, sorumluluğunu alamam” dedi. Nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığımı anlatamam. Yalvarırcasına “Ben 21 yaşındayım, küçük değilim. Oraya gidemezsem bu işi başaramamış ve bitirememiş olurum. Ben gemiye gidemezsem nasıl öğreneceğim işimi yapmayı?” gibi cümlelerle ikna etmeye çalıştım doktoru. Baktı ki olmayacak, yakasından düşmeyeceğim, izin verdi.
Acente botuyla denize açıldık. Gemiye yaklaştığımızda baktık ki sadece şeytan çarmıhı var tırmanabilmemiz için; iskele hazırlamamışlar. Doktor tekrar “Bak gördün mü, o ip merdivenden tırmanacağız, hava karanlık, suya düşer ölürsün, sen motorda kal” dedi. Ben yine yalvar yakar, “Yok, ben çıkarım, çok çıktım böyle yüksek yerlere” falan diyerek atıldım hemen ve tırmanmaya başladım. Şimdi düşünüyorum da, hakikaten o yaşlarda insan korkusuz oluyor. Kadın ya da erkek fark etmiyor, o yaşlarda kan damarda deli akıyor. O yaşıma kadar hiç vefat eden birini görmemiştim. Kamaraya girdik ve yaşlı gemiciyi yatakta gördük. Huzurlu bir ifadesi vardı. Doktor durum tespiti yaparken ben de kaptan ve diğer mürettebata işlemleri anlattım, her şeyle ilgileneceğimizi bildirdim, kendimce onları rahatlatmaya çalıştım. Hepsinin gözlerindeki hüzün içime işlemişti, dün gibi hatırlıyorum.
Gemiciyi bota indirdiler, aldık ve karaya götürdük. Daha sonra da ülkesine iadesi yapıldı.
Bu olayı hatırladığımda, hayatını gemilerde geçirmiş, evinden, ailesinden, çocuklarından uzakta yıllarını gemilere vermiş bu gemicinin, hayatını yine bir gemide kaybetmesinin yarattığı hüzün gelir aklıma. Tabii bir de, iş hayatımın daha çok başında yaşadığım gemiye tırmanma tecrübesi. Yıllar sonra bakıyorum da, o heyecan ve tutku olmasa, zaten deniz hukuku avukatlığının layıkıyla yapılması mümkün değil. İstisnalar var tabii ama yeni nesilde aynı azim ve tutkuyu göremiyorum, yakalayamıyorum. Benim stajyerlik ve öğrencilik zamanlarımda, özellikle denizcilik sektöründe çok kadın vardı. Gemilerde yapılan bilirkişi tespitlerine veya çatmalardan sonra yapılan ifade alımlarına giden deniz hukuku avukatları veya stajyerleri içinde kadınların sayısı hiç de az değildi. Biz hepimiz çok hevesliydik ve işimizi tutkuyla yapardık, hâlâ da öyle yapıyoruz. Fakat şimdilerde, aynı hevesi çok da yakalayamıyorum kızlarımızda. Oysa bu sektör o kadar dinamik ve o kadar çok tecrübe ve duyguyu bir arada yaşatabilen bir sektör ki, kimse bundan mahrum kalmamalı…
aşam ve ölüm arasındaki mesafe çok az… Ânı yaşamalı…
Sevgiyle kalın.